⏳ BİR TAŞLA DEVİ ÖLDÜREN PEYGAMBER
🟡HZ DAVUD (A.S) OĞLU : HZ.SÜLEYMAN (A.S)
Hz. Davut (a.s.) Kudüs’te doğdu.
Hz. Davut’un (a.s.) adı Kur’an-ı Kerim’de 16 defa geçer.
Hz. Davut (a.s.) sesinin güzelliğiyle bilinir. Hatta günümüzde bile güzel seslilere ona ithafen “Davudi” sesli denilmektedir.
Hz. Davut’un (a.s.) önceleri Tâlût’un ordusunda bir asker olarak savaştı, daha sonra Allah’ın kendisine verdiği peygamberlik ve hükümdarlıkla birlikte İsrailoğullarına kral oldu. İbadet ehli idi. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Zamanını ibadet ve zikirle geçirirdi. Çobanlık ve demircilik yaptı. Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebur verildi. Hz. Davut (a.s.) 40 sene hükürdalık yaptıktan sonra 100 yaşında vefat etti. Yerine oğlu Hz. Süleyman (a.s.) geçti. Hz. Davut’un (a.s.) kabri Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın güney batısında kendi adıyla anılan Davut şehrinde, Sion tepesinin üzerindedir.
Mûsâ -aleyhisselâm-’dan sonra gelen Benî İsrâîl peygamberleri, Tevrât ile amel ediyorlardı. Fakat Yahûdîler, başlarında peygamber bulunmadığı kısacık bir fırsat yakaladıklarında, hemen kitabı tahrîf ederek kendi hevâ ve heveslerine göre te’vîl ediyorlardı. Böylece îtikâdî ve ahlâkî durumları bozuluyor; yeni bir peygamber gelince düzeliyor, fakat sonra tekrar fesâda meylediyorlardı.
Calut Kimdir?
O zamanlar Mısır ile Şam arasında Amâlika kavmi vardı. Câlût isminde çok güçlü bir reisleri bulunmaktaydı. Allâh -celle celâlühû-, Câlût’u İsrâîloğulları’nın başına musallat etti. Câlût, İsrâîloğulları’nı mağlûb ederek çocuklarını ve kadınlarını esir aldı.
Tabut Ne Demek?
Benî İsrâîl’de Mûsâ -aleyhisselâm- zamanından beri muhâfaza edilen ve içinde bir kısım mukaddes emânetlerin bulunduğu kıymetli bir sandık vardı. Sandığı ele geçiren Câlût, hakaret olsun diye onu pisliğe attı. Bu sandığa Kur’ân-ı Kerîm’de “Tâbût” denilmektedir. Ev, mal, mülk ve yurtlarından ayrı düşen İsrâîloğulları çok huzursuz oldular. Tâbût’un, ellerinden çıkmasına çok üzüldüler. Artık bütün emel ve gâyeleri Tâbût’u tekrar ellerine geçirmek olmuştu.
Talut Kimdir?
O sırada içlerinde, rivâyete göre İşmoil isminde bir peygamber vardı. Yahûdîler, ondan kendilerini kurtaracak bir hükümdar istediler. İşmoil -aleyhisselâm- da, duâ ve niyazda bulundu. Hak Teâlâ, “Tâlût” isminde bir kimsenin melik olarak tâyin edilmesini vahyetti. Fakat bir kısım yahûdîler, Tâlût’u hükümdar yapmak istemeyip bu ilâhî emre karşı çıktılar:
“–Tâlût, hükümdar soyundan değildir!” dediler.
Çünkü o zamana kadar İsrâîloğulları’na gelen peygamberler, Lâvî bin Ya’kûb’un; hükümdarlar ise, Yahûda bin Ya’kûb’un soyundan gelmekteydi. Tâlût ise, her iki soydan da değildi.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle anlatılır:
“Mûsâ’dan sonra, Benî İsrâîl’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere:
«–Bize bir hükümdar gönder ki (onun kumandasında) Allâh yolunda savaşalım!» demişlerdi.
(O Peygamber:)
«–Ya size savaş farz kılınır da savaşmazsanız!» dedi.
(Onlar da:)
«–Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allâh yolunda neden savaşmayalım?!» dediler.
Kendilerine savaş yazılınca da -içlerinden pek azı hâriç- geri dönüp kaçtılar. Allâh, o zâlimleri hakkıyla bilendir.” (el-Bakara, 246)
“Peygamberleri onlara:
«–Bilin ki Allâh, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi.» dedi.
Bunun üzerine:
«–Biz, hükümdarlığa daha lâyık oluduğumuz hâlde, (üstelik) ona servet ve zenginlik cihetinden geniş imkânlar da verilmemişken, bize nasıl hükümdar olabilir?!» dediler.
(Peygamber:)
«–Allâh sizin üzerinize onu seçti, ilmen ve bedenen ona üstünlük verdi. Allâh mülkünü dilediğine verir. Allâh her şeyi ihâta eden ve her şeyi bilendir.» dedi.” (el-Bakara, 247)
Tabutun Geri Gelmesi
Tâlût’un hükümdarlığına îtiraz eden İsrâîloğulları bu sefer de:
“–Eğer o, sâhiden hükümdarsa, bize bir delil getirsin!” dediler.
Bunun üzerine:
“Peygamberleri onlara şöyle dedi:
«–Şüphesiz onun hükümdarlığının alâmeti, (vaktiyle sizden alınan) Tâbût’un size gelmesidir ki, onun içinde Rabbinizden bir sekîne (ruhlara emniyet veren bir huzur), Mûsâ ve Hârûn ehlinin bıraktıklarından geriye kalan bir takım şeyler vardır; onu melekler taşıyacaktır. Eğer mü’min kimseler iseniz şüphesiz bunda sizin için gerçekten bir delil vardır!»” (el-Bakara, 248)
Nihâyet Allâh Teâlâ, Tâbût’u melekler vasıtasıyla Tâlût’un evinin önüne koydurdu. Bunu gören İsrâîloğulları, Tâlût’un hükümdarlığını kabûl edip sükûna erdiler.
Talut ile Calut’un Savaşı
Tâlût, hükümdar olduktan sonra ordusunu düzene koydu ve Kral Câlût’un üzerine yürüdü.
Mevsimin çok sıcak olması sebebiyle askerin suya ihtiyacı da fazlaydı. Fakat İşmoil aleyhisselâm-’a Cenâb-ı Hak’tan bir tâlimât geldi. Bu ilâhî emri öğrenen Tâlût:
“–Allâh sizi su ile imtihan edecek. Kim kanıncaya kadar ondan içerse benim askerim değildir!..” dedi.
Önlerindeki nehirden, ancak bir avuç içmeye izin verilmişti.
Tâlût ve askerleri, bahsedilen ırmağın kenarına geldiler. Ordu 80.000 kişi idi. Bunun 76.000 kişisi tâlimât dışında kana kana su içtiler. Sadece 4.000 kişi emre itaat etti. Daha sonra bunların pekçoğu da firâr etti. Geriye 313 kişi kaldı. Bu sayı, Bedir Harbi’ne iştirâk eden mü’min askerlerin sayısıyla aynıdır.
Tâlût’un ordusunda 18 yaşında bir genç vardı. İsmi “Dâvûd” idi. Beydâvî’ye göre Dâvûd -aleyhisselâm-, babası ve on üç kardeşi ile beraber Tâlût’un ordusuna katılmıştı.
Hz. Davud’un (A.S.) Calut’u Öldürmesi
Allâh o peygambere (İşmoil -aleyhisselâm-’a), Câlût’u Dâvûd’un öldüreceğini bildirmiş, o da Dâvûd’u beraberinde götürmüştü. Yolda üç taş dile gelip Dâvûd’a:
“–Bizi al, Câlût’u bizimle öldüreceksin!” demişlerdi. O da onları almış, sonra da bunların hepsi tek bir taş hâline gelmişlerdi.
Diğer taraftan Tâlût:
“–Kim Câlût’u öldürürse, ona kızımı vereceğim!” diye de vaadde bulunmuştu.
Nihâyet Tâlût’un 313 kişi kalan îmanlı askerleri düşmanla karşı karşıya geldi.
İki ordu karşılaştığında, Câlût, kendisiyle mübârezeye çıkacak, yâni ordusunu temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına Dâvûd -aleyhisselâm- çıktı. Herkes şaşırdı. Çünkü Câlût, iri yüzlü ve çok güçlü biriydi. Nitekim Câlût, gücüne güvenerek Dâvûd’u küçümsedi:
“–Ey hakîr, karşıma sen mi geldin? Söyle, niçin geldin?” diye sordu.
Dâvûd:
“–Seninle cenk etmeye geldim!” deyince, Câlût O’nunla alay etti.
Dâvûd -aleyhisselâm-, sapanını çıkardı ve meşhur taşı yerleştirerek Câlût’a fırlattı. Taş, Câlût’un tam alnına isâbet etti ve Câlût, atından düşerek öldü.
Kuvvetiyle mağrur, iri yarı bir hükümdar olan Câlût, apaçık görülen zâhirî üstünlüğüne rağmen mağlup oldu.
Hazret-i Dâvûd’un Câlût’u öldürmesiyle halkın nazarında da gücü ve cesâreti ispatlanmış ve böylece Dâvûd -aleyhisselâm- hükümdarlığa hazırlanmış oluyordu.
Allâh Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Nihâyet Allâh’ın izniyle onları hezîmete uğrattılar ve Dâvûd, Câlût’u öldürdü. Allâh O’na (Dâvûd’a) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi; dilediği ilimlerden O’na öğretti. Eğer Allâh, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi, yeryüzü elbette fesâda uğrardı. Fakat Allâh, bütün âlemlere karşı lutuf ve kerem sâhibidir.” (el-Bakara, 251)
Kendisine Hem Saltanat, Hem De Nübüvvet Bahşedilen İlk Peygamber
Tâlût, Kudüs’e döndüğünde İşmoil -aleyhisselâm- ona:
“–Cenâb-ı Hak sana müjdelediği zaferi nasîb etti. Haydi sen de verdiğin sözü yerine getir!” dedi.
Böylece Tâlût, kızını Dâvûd -aleyhisselâm-’a verdi.
Tâlût’un vefâtından sonra Dâvûd -aleyhisselâm- hükümdar oldu. Bir müddet sonra da kendisine peygamberlik verildi.
Böylece kendisine hem saltanat, hem de nübüvvet bahşedilen ilk peygamber oldu. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere, O’na dört büyük kitaptan biri olan Zebûr indirildi:
Maymuma Dönen Kavim
Ashâb-ı Sebt, Mısır ile Medîne-i Münevvere arasında Kızıldeniz kenarında Medyen şehrinde yaşardı. Sayıları yetmiş bin kadardı. Bunlar, cumartesi günleri ibâdetten başka bir şey yapmazlardı. Çünkü cumartesi günü ibâdetin dışındaki işler haram kılınmıştı. Ayrıca o günde avlanmamak üzere Dâvûd -aleyhisselâm-’a söz vermişlerdi.
Daha sonra şeytan, kendilerine vesvese vererek:
“Siz avlamaktan değil, yemekten menedildiniz!” dedi.
Hikmet-i ilâhî olarak cumartesi günleri balıklar çoğalır, diğer günler azalırdı. Bu sebeple şeytanın fısıltısı bazılarına çok câzip geldi. Bu hususta Medyen halkı üç kısma ayrıldı:
Sükût edenler, kendilerini îkaz edenlere:
“Helâk olacak kavme niçin vaaz edip kendinizi yoruyorsunuz? Emeğinize yazık!” derlerdi.
Emr-i bi’l-ma’rûfta bulunanlar da:
“Biz, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda mes’ûl olmamak, mâzûr olmak için böyle yapıyoruz!” diye cevap verirlerdi.
Daha sonra bunlar, diğerlerine gelecek olan musîbet kendilerine de gelmesin diye onlarla aralarına bir duvar çektiler. Duvarın arkasındaki sesler kesilince, bir de baktılar ki, bir gecede hepsi birden maymuna dönmüşler!.. İ
lâhî hükmü dikkate almadıkları için böyle bir cezâya dûçâr olan bedbahtlar, Allâh’ın emrine itaat ettikleri için bu azaptan kurtulan akrabalarının yanında bir müddet mahzun mahzun gezdiler. Üç gün sonra da, maymun şekline girmiş olan âsîlerin hepsi öldü.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle ifâde buyrulur:
“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor! Hani onlar, cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi günü, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi; cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece Biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihân ediyorduk.” (el-A’râf, 163)
“İçlerinden bir topluluk:
«–Allâh’ın helâk edeceği, yâhut şiddetli bir şekilde azâb edeceği bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz?» dedi.
(Nasihat edenler) dediler ki:
«–Rabbimize beyân edecek mâzeretimiz olsun diye, bir de (belki) sakınırlar ümîdiyle (nasihatte bulunuyoruz)».” (el-A’râf, 164)
“Onlar, kendilerine yapılan îkazları unutunca, Biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerinden dolayı şiddetli bir azâb ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince, onlara: «Aşağılık maymunlar olun!» dedik.” (el-A’râf, 165-166)
Cenâb-ı Hak, daha sonraki nesillere, bu hâdiseyi hatırlatarak şu şekilde îkaz buyurmaktadır:
“(Ey İsrâîloğulları!) İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine, «Aşağılık maymunlar olun!» dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (el-Bakara, 65)
“İşte bu kıssayı, o zaman hazır olanlara ve sonradan gelenlere ibret verici bir cezâ, muttakîler için de bir nasihat kıldık.” (el-Bakara, 66)
Burak Duvarı (Ağlama Duvarı)
Süleyman mabedinden önce davud aleyhisselam mescid-i aksa’nın olduğu alanda mabed yaptırdı. Ancak tamamlayamadı. Sonrasında bu mescid yıkıldı ve tek duvarı kaldı. Bu kalan duvara yahudiler ağlama duvarı demektedir.
Peygamberimiz (s.a.v) miraç gecesi göğe yükselmeden önce mekkeden küdüs’e götüren burak atını bu duvara bağladığı rivayet edilir. Bu nedenle burak duvarı denilmektedir.
Yorum Gönder