Ameller Niyetlere Göredir

 

Ömer İbn El-Hattâb (R.A) şöyle dedi:

Ben Resûlüllah (s.a.s)'dan işittim, şöyle buyuruyordu:

"Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan şey ancak odur. Artık her kim nail olacağı bir dünya (malı) veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise, onun hicreti (Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil), hicret etmiş olduğu şeyedir".

 

Vahyin Geliş Şekilleri

 

Haris ibn Hişâm (R.A)

Resûlüllah (s.a.s)'dan “Yâ Rasûlallah, sana vahy nasıl gelir?” diye sordu. 

Resûlüllah:

"Bazı vakitlerde bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl gider gitmez, (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder, benimle konuşur, ben de söylediğini iyice bellerim" buyurdu.

 

Âişe (R.A) şöyle dedi:

Rasûlüllah'ı, soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy inerken görmüşümdür, (işte öyle soğuk bir günde bile) kendisinden o hâl geçtiği vakitte şakaklarından boncuk boncuk ter akardı.

 

Peygamber (S.A.S)’in Hira Dağında Gitmesi

 

 

 

Âişe (R.A) şöyle dedi:

Rasûlüllah'ın ilk vahiy başlangıcı uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık seçik zuhur etmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi bırakıldı. Artık Hıra Dağı'ndaki mağara içinde yalnızlığa çekilip, orada ailesinin yanına gelinceye kadar adedi muayyen gecelerde tehannüs -ki taabbüd demektir- eder ve yine azıklanıp giderdi.

Sonra yine Hatice’nin yanına dönüp, bir o kadar zaman için yine azık tedarik ederdi. Nihayet Rasûlüllah'a bir gün Hıra mağarasında bulunduğu sırada Hak (yani vahiy) geldi. Şöyle ki, ona melek geldi ve:

İkrâ', (yani: Oku) dedi. O da: "Ben okumak bilmem" cevabını verdi. 

Peygamber buyurdu ki:

"O zaman Melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: İkrâ', dedi.

Ben de O'na: Okumak bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: İkrâ', dedi. Ben de: Okumak bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp:

"Yaradan Rabbinin ismiyle oku. O insanı yapışkan bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti". (Alâk: 96/1-5) dedi.

 

Bunun üzerine Rasûlüllah (kendisine vahiy olunan) bu ayetlerle (korkudan) yüreği titreyerek döndü ve Hatice bintu

Huveylid'in yanına girerek: "Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!" dedi.

Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra Rasûlüllah vâki' olan hâdiseyi Hadîce'ye haber vererek: "Kendimden korktum" dedi. 

Hatice (r.anha): "Öyle deme; Allah'a yemin ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden hâdiselerde (halka) yardım edersin" dedi.

Bundan sonra Hatice, Peygamber'i birlikte alıp amcası oğlu Varakatu'bnu Nevfel ibn Esed ibn Abdi'l-Uzzâ'ya götürdü. Bu zât, cahiliyet zamanında Hristiyan dinine girmiş bir kimse olup İbranice yazı bilir ve İncil'den Allah'ın dilediği miktarda bazı şeyleri İbrânîce yazardı. Varaka gözlerine körlük gelmiş bir ihtiyardı. Hadîce Varaka'ya:

- Amcam oğlu, dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor? Dedi. Varaka:

- Ne var kardeşimin oğlu? Diye sorunca, Rasûlüllah gördüğü şeyleri kendisine haber verdi.

Bunun üzerine Varaka şöyle dedi:

“Bu gördüğün, Allah'ın Musa'ya gönderdiği Nâmûs'tur. Ah keşke senin da'vet günlerinde genç olaydım! Kavmin seni (memleketinden) çıkaracakları zaman keşke hayâtta olsam!”

Bunun üzerine Rasûlüllah:

- "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da:

- Evet. Senin getirdiğin gibi bir şey getirmiş (yani vahiy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana son derecede yardım ederim, cevabını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat etti ve o esnada bir müddet için vahiy kesildi.

 

 

Peygamberin Hira Dağında Cebrail (A.S) Görmesi

 

Câbir ibn Abdillah da -geçen hadisi rivayet edip- şöyle demiştir: 

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), vahyin kesilmesinden bahsederken söz arasında şöyle buyurdu:

"Ben (bir gün) yürürken birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hırâ'da bana gelen melek (yani Cibril aleyhi's-selâm) sema ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş.

Pek Ziyade korktum, (Evime) dönüp: 'Beni örtün, beni örtün' dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ " Ey örtüye bürünen! Kalk artık (kavmini Allah'ın azabı ile) korkut. Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Azaba götürecek şeyleri terke devam et. " (Müddessir: 74/1-5) ayetlerini indirdi. Artık vahiy yoğun şekilde arka arkaya devam etti."

 

Cebrail (A.S) Peygamberin (S.A.S) Kuranı Öğretmesi

 

Yüce Allah O'na: 

"Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için (Cibrîl vahyi iyice bitirmeden) dilini onunla depretme. Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp) okutmak şüphesiz bize âiddir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kıraatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize âiddir" (Kıyame: 75/6-19) ayetlerini indirdi.

"Kur’an’ı senin göğsünde toplayıp onu okuyabilmen şübhesiz bize âiddir"; "Kur'ân'ı (Cibrîl'in diliyle) sana okuduğumuzda onu dinle ve (sükût ederek) ona kulak ver"; "Ondan sonra onu (doğru) okumanı biz tekeffül ederiz " demektedir. İşte bundan sonra Rasûlüllah'a ne zaman Cibrîl gelirse sükût edip, onu dinlerdi. Cibrîl gidince, onun getirdiği kelâmı (âyetleri), o nasıl okumuş ise Peygamber de öylece okur idi.

 

İbn Abbâs (R.A) şöyle dedi:

Rasûlüllah (S.A.S), insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazanda idi ki (bu ay) Cibril’in kendisiyle çokça buluştuğu zaman idi. Cibril aleyhis-selâm ramazanın her gecesinde Peygamber'le buluşur ve onunla Kur’an’ı müdârese ve müzâkere ederdi. İşte bundan dolayı Rasûlüllah hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi.

 

Ebu Süfyan İle Rum Kayseri Hıraklıyus Arasında Geçenler

 

İbn Abbâs'a da Ebû Sufyân ibn Harb haber verdi ki, gerek kendisiyle, gerek Kureyş kâfirleri ile Rasûlüllah'ın Hudeybiye sulhunu akdettiği mütareke müddeti içinde ticâret için Şam'a giden bir Kureyş kaafilesi içinde bulunduğu sırada (Rûm Kayseri) Hıraklıyus tarafından davet olunmuş.

Ebû Sufyân ile arkadaşları Hıraklıyus'un yanına gelmişler. O zaman Hıraklıyus ile maiyyetindekiler İliya (yani Beytu'l-Makdis)'da imiş. Rûm büyükleri yanında iken Kayser bunları meclisine çağırmış. Huzuruna alıp, tercümanın da gelmesini emretmiş.

Tercüman:

Peygamber'im diyen bu zâta nesepçe en yakın olan hanginizdir? diye sormuş.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

- Nesepçe en yakınları benim, dedim.

Bunun üzerine Hıraklıyus:

- Onu bana yakın getiriniz. Arkadaşlarını da yakına getiriniz, lâkin arkasında dursunlar, dedi. Ondan sonra tercümanına dönüp dedi ki:

- Bunlara söyle. Ben bu zât hakkında bu adamdan (bazı şeyler) soracağım. Bana yalan söylerse onu tekzip etsinler.

Ebû Sufyân dedi ki:

Vallahi arkadaşlarım yalanımı ötede beride söylerler diye utanmasaydım, O'nun (yani Peygamber) hakkında yalan uydururdum. Ondan sonra bana ilk sorduğu şu oldu:

- Sizin içinizde nesebi nasıldır?

- O'nun içimizde nesebi pek büyüktür, dedim.

- Sizden bu sözü ondan evvel söylemiş (yani ondan evvel peygamberlik davası etmiş) hiçbir kimse var mıydı? Dedi.

- Yoktu, dedim.

- Babaları içinde hiçbir melik gelmiş midir? Dedi.

- Hayır, dedim.

- Ona tâbi' olanlar halkın şereflileri mi, yoksa zarifleri midir? dedi.

- Halkın zaîf olanlarıdır, dedim.

- O'na tâbi' olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? dedi.

- Artıyorlar, dedim.

- İçlerinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dininden dönenler var mıdır? Dedi.

- Yoktur, dedim.

- Şu dediğini demezden (yani dîne davetten) evvel, hiç yalan ile ithâm ettiğiniz var mıydı? Dedi.

- Hayır, dedim.

- Hiç gadr eder mi (yani ahdi bozar mı)? Dedi.

- Hayır gadr etmez, ancak biz şimdi onunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.

Ebû Sufyân dedi ki:

Bana (kendiliğimden) bir şey katmağa imkân verecek, bu sözden başkasını bulamadım.

- O'nunla hiç harb ettiniz mi? dedi.

- Evet, ettik, dedim.

- O'nunla harbiniz nasıldır? dedi.

- Aramızda harb (tâli'i) nevbet iledir. Gâh o bize zarar verir, gâh biz ona zarar veririz, dedim.

- Size ne emrediyor? dedi.

- Bize yalnız Allah'a ibadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak etmeyiniz. Dedelerinizin inanıp söyleye geldikleri şeyleri terk ediniz, diyor. Bize namazı, doğruluğu, iffetliliği ve Allah'ın eklenip durmasını emrettiği her şeyi ekleyip durmayı emrediyor, dedim.

Bunun üzerine tercümana dedi ki:

- Ona söyle:

Eğer bu dediklerin doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zât malik olacaktır. Zaten bu peygamberin zuhur edeceğini bilirdim. Lâkin sizden olacağını tahmin etmezdim. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, Onunla buluşmak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım (hizmet arz ederek) ayaklarını yıkardım!

 

Hıraklıyus’a Gönderilen Mektup

 

Ondan sonra Hırakl, Dıhye'nin elçiliği ile Busrâ emîrine gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaştırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Getiren adam onu Hırakl'e verdi; o da okudu. Mektuba şunlar yazılmıştı:

“Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın kulu ve Resûlü Muhammed'den Rum’un büyüğü Hırakl'e. Hidâyete tâbi' olanlara selâm olsun. Bundan sonra, seni İslâm davetine (Müslümanlığa) davet ediyorum. İslâm'a gir ki selâmette kalasın ve Allah ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günahı senin boynunadır."

Ey kitap ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şahit olun, biz muhakkak Müslümanlarız" (Âli İmrân: 3/64).

 

Hıraklıyus’un Rum Büyüklerine İslama Deveti

Hıraklıyus, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rûm büyüklerini davet ederek kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp:

- Ey Rum cemaati, bu peygambere bey'at edip de felah ve rüşde nail olmayı istemez misiniz? diye hitap etti.

Bunun üzerine cemaati, yaban eşekleri kadar süratle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular.

Hıraklıyus, bu derece nefretlerini görüp imana girmelerinden ümitsiz olunca: Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp):

Deminki sözlerimi dininize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, (bunu da) gözlerimle gördüm, dedi. Bu söz üzerine oradakiler memnunluklarını beyan ederek, kendisini tazîmen secde ettiler.


Post a Comment

أحدث أقدم