⏳ KUNDAKTA KONUŞAN PEYGAMBER
HZ. İSA (A.S)
Îsâ -aleyhisselâm-, Yahyâ -aleyhisselâm-’ın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyâyı şereflendirmiştir. Îsâ -aleyhisselâm-, İsrâîloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusudur.
Peygamberler içinde en yüksekleri olan ve kendilerine “Ülü’l-Azm” denilen beş peygamberin dördüncüsüdür. Kendisine “Rûhullâh” denmesi, bir tekrîm ifâdesi olmakla birlikte, Allâh Teâlâ’nın, Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi O’nu da rûhundan üfürerek yaratması sebebiyledir.
Îsâ -aleyhisselâm-’a otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gönderilmiş ve otuz üç yaşında da diri bir şekilde göğe kaldırılmıştır.
Kıyâmet yaklaştığında dünyâya inecek, evlenip çocukları olacak, “Hazret-i Mehdî” ile buluşacak, İslâm’ı bütün cihâna hâkim kılacak ve Medîne-i Münevvere’de vefât edecektir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in medfûn olduğu Hücre-i Saâdet’te türbe-i şerîfin yanına defnolunacaktır.
Hz. Meryem (r.a)
Îsâ -aleyhisselâm-’ın annesi Hazret-i Meryem, Dâvûd -aleyhisselâm-’ın neslindendir. Annesi Hunne, babası İmrân’dır.
Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, Hunne’nin çocuğu olmuyordu. O da:
“Yâ Rabbî! Benim bir çocuğum olursa, onu Beyt-i Makdis’e hizmetçi yapacağım!” diye nezirde bulundu.
Hunne, bu nezirde bulunduktan sonra hâmile kaldı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmrân’ın karısı şöyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin!»” (Âl-i İmrân, 35)
Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyâya getirdi. Adını Meryem koydu:
“O’nu doğurunca, Allâh, ne doğurduğunu bilip dururken: «–Rabbim! Ben O’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı O’nu ve soyunu Sen’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrân, 36)
Hz. Meryem'in Hamile Kalması
Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Rasûlüm!) Kitâb’da Meryem’i de zikret! Hani O, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem, 16)
Âyette geçen “doğu tarafı” müfessirlere göre, Mescid-i Aksâ’nın doğu yanı, yahut Meryem’in evinin doğu tarafı şeklinde açıklanmaktadır. Hristiyanların bu sebeple doğuya yöneldikleri ifâde edilmiştir.
Çok geçmeden Allâh Teâlâ, Hazret-i Meryem’e Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı gönderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz O’na Rûh’umuzu gönderdik de O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem, 17)
Burada Rûh’tan maksat, Cebrâîl -aleyhisselâm-’dır. Her âzâsı düzgün genç bir insan şeklinde gönderilmesinin sebebi, Meryem’in ürküp korkmaması içindi. Çünkü Hazret-i Meryem, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı aslî şeklinde görseydi, şüphesiz ki buna tâkat getiremezdi.
Ancak Hazret-i Meryem, yine de karşısında genç bir insan görünce kemâl-i edeb ve iffetinden dolayı çok korktu. Onun Hazret-i Cibrîl olduğunu bilmediği için büyük bir endişeye kapıldı ve âyet-i kerîmelerde buyrulduğu üzere:
“Meryem dedi ki: «–Sen’den, çok esirgeyici olan Allâh’a sığınırım! Eğer Allâh’tan sakınan bir kimse isen, (bana dokunma!)»” (Meryem, 18)
“Melek: «–Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbimin elçisiyim.» dedi.” (Meryem, 19)
“Meryem: «–Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi.” (Meryem, 20)
“Melek: «–Öyledir!» Dedi. (Zîrâ) Rabbin buyurdu ki: «–Bu Bana kolaydır. Çünkü Biz, O’nu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 21)
Hz. Meryem'e Atılan İftira Ve Hz. Meryem'in Duruşu
Îsâ -aleyhisselâm-’ın doğuşu ile, kavminin arasında büyük bir iftirâ ve dedikodu furyası başgösterdi. Âyet-i kerîmelerde bu hâl şöyle bildirilmektedir:
“(Meryem) nihâyet O’nu (Îsâ’yı kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten Sen iğrenç bir şey yaptın!»” (Meryem, 27)
“–Ey Hârûn’un kızkardeşi! Sen’in baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28)
Hazret-i Meryem’e İsrâîloğulları tarafından devamlı hakâret ediliyordu. O da sabırla dinliyor, kendisine emredildiği üzere konuşmuyordu. Ancak kavminin münâsebetsiz tavırları iyice arttı.
Hz. İsa'nın Bebekken Konuşması
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun üzerine Meryem, çocuğu gösterdi. Dediler ki: «–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29)
Allâh’ın istikbâlde elçisi olacak olan Hazret-i Îsâ, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği konuşma kâbiliyeti ile dile geldi ve daha beşikte iken şöyle dedi:
“–Ben, Allâh’ın (seçilmiş bir) kuluyum! O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem, 31)
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâmet banadır.” (Meryem, 33)
Hazret-i Îsâ’nın daha beşikte iken böyle konuşması, çevresinde büyük bir hayret uyandırdı. Hazret-i Meryem, tenzîh ve tebrie edildi.
İşte Hazret-i Meryem, münkir halkın kendisine sorduğu «–Bu çocuğu nereden aldın?» suâline karşı dâimâ cevap olarak bu şekilde çocuğunu gösterir ve «–Çocuk söylesin!» der, Îsâ -aleyhisselâm- da daha bebek iken:
“–Benim annem namuslu, iffetli bir kadındır. Ey câhiller! İffet ve hayâ âbidesi olan annemi ayıplamayın! Biliniz ki Allâh Teâlâ, beni babasız olarak dünyâya getirmiştir. Bu, Allâh’ın bir mûcizesidir!” derdi.
Bunun üzerine birçok kimse:
“–Bu, Allâh’ın apaçık bir mûcizesidir. Yoksa yeni doğmuş hiçbir çocuk daha beşikte iken konuşamaz. Hakîkaten bu, Allâh tarafındandır; Cenâb-ı Hakk’ın azametini gösteren bir hâdisedir.” dediler.
Bir kısmı ise yine de hainliklerinden dönmediler.
Peygamberlik Hayatı
Hazret-i Îsâ, Mısır’da on iki sene kaldıktan sonra Kudüs’e dönüp “Nâsıra” kasabasına yerleşti. Hristiyanlara bu sebeple “Nasrânî” denilmektedir.
Hazret-i Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da hemen vazifesini yapmaya, insanları tevhîde çağırmaya başladı.
Birçoğu buna riâyet etmeyerek, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın dînini inkâr ettiler; hükümdarlarının dînine girdiler; teslîs akîdesini ortaya attılar; bi’set gerçekleştiğinde de Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i inkâr ettiler ve benzeri sapıklıklara düştüler.
Îsâ -aleyhisselâm- birçok mûcizeler gösterdi.
Hz. İsa Ve 12 Havarisi
Münkirlerin Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a gayz ve kinleri gittikçe artmıştı. Bunu farkeden Îsâ -aleyhisselâm-, kendisine inananların arasından seçtiği on iki mü’mine, yâni havârîlerine:
“–Allâh -celle celâlühû-’nun dînine hizmette ve onu muhâfazada kim benim yardımcım olacak?” diye sordu.
Havârîlerin hepsi birden:
“–Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile Allâh’ın yoluna yardımcı olacağız. Çünkü biz, O’nun dînine gönül verdik. Sen şâhid ol ki, biz, Sen’in dînine bağlı gerçek müslümanlarız!” dediler.
Havârîler de, Îsâ -aleyhisselâm-’a herkesten önce îmân eden ve O’na yardımcı olan on iki ihlâslı ve temiz mü’mine verilen isimdir. Bunlara “ensârullâh” da denmiştir.
Semâdan Sofra İnmesi (Mâide)
Havârîler, Hazret-i Îsâ’dan, semâdan sofra inmesi için duâ etmesini istediler. Îsâ -aleyhisselâm-
“–Allâh’ın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? Böyle bir şey istemeye nasıl cesâret ediyorsunuz?” diye sordu.
Havârîler:
“–Başka bir maksadımız yoktur. Allâh -celle celâlühû-’nun lutfuna nâil olmak ve daha da mutmain olmak için böyle bir sofra istedik!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm-, gusledip iki rek’at namaz kıldı. Üzerine tezellül için eski bir elbise giyip Allâh’a ilticâ etti. Bu sofra ve onun ihsân gününün bir bayram olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etti.
Bu duâ makbûl oldu ve “mâide” (sofra) indi. Üzerinde kebap olmuş bir balık vardı. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke mevcuttu ve sofra yeşilliklerle donatılmıştı. Ekmek üzerinde de zeytin, bal, peynir vs. vardı.
Havârîler bu sefer:
“–Ey Allâh’ın peygamberi! Bu mûcize içinde de bir mûcize göster!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- sofradaki balığa:
“–Ey balık! Kâinâtın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Balık canlandı. Havârîleri bir korku sardı. Îsâ -aleyhisselâm- bu defa:
“–Ey balık! Rabbimin izni ile eski hâline dön!” buyurdu.
Balık önceki hâline döndü. Havârîler, Hazret-i Îsâ’ya:
“–Ey Rûhullâh! Önce Siz yiyin!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- ise:
“–Hayır! Kimler istedi ise onlar yesin!” buyurdu.
Havârîlerde bir korku meydana geldi. Bunun üzerine Îsâ -aleyhisselâm-
“–Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emretti.
Hemen fakir ve hastalara haber verdiler. Bin üç yüz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi. Bütün yiyenler şifâ buldu; yemeyenler de pişman oldular.
İsa Aleyhisselam'ın Göğe Yükselişi
Îsâ -aleyhisselâm-, her şeye rağmen sabır göstererek yeryüzünde sulh ve selâmet hislerini yerleştirmeye, insanların aralarını düzeltip onları barıştırmaya gayret gösterdi. Yahûdîleri içinde bulundukları sapık yoldan kurtarmaya çalıştı. Fakat elleri peygamber kanlarına bulanmış azgın yahûdîler, bu dâvetten rahatsız oldular. Netîcede Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ı öldürmeye karar verdiler. Hem Îsâ -aleyhisselâm-’a, hem de etrâfındakilere zulmetmeye başladılar.
Öyle ki, mâruz kaldıkları zulümler karşısında havârîlerden Yudas, Ishar ve Yot (Yehûdâ) irtidâd etti. Üstelik içlerinden Yehûdâ, Zekeriyyâ ve Yahyâ -aleyhimesselâm-’ı öldüren cânî yahûdîlere Îsâ -aleyhisselâm-’ın bulunduğu yeri haber verdi. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğrayanlardan oldu ve yaptığının cezâsı olarak, cânî yahûdîlere Îsâ -aleyhisselâm- sûretinde gösterildi ve çarmıha o gerildi. Îsâ -aleyhisselâm- ise, göğe ref’ edildi.
İsa Aleyhisselam'ın Mucizeleri
Îsâ -aleyhisselâm- Allâh’ın izni ile;
Ölüleri diriltirdi.
Hastaları iyileştirirdi.
Yenilen şeyleri ve evlerde saklanılanları bilirdi.
Çamurdan kuş yapıp uçururdu.
Kendisine gökten mâide inmişti.
Uyku hâlinde iken bile etrafında söylenen ve yapılanları duyar ve bilirdi.
Ne zaman arzulasa, gökten yemek ve meyve gelirdi.
Uzak ve gizli olarak söylenilenleri de duyardı.
Yorum Gönder