⏳ BALIĞIN KARNINDAKİ PEYGAMBER
Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adına bir sûre nâzil olmuş bulunan Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-, Âsur Devleti’nin başkenti olan Ninova[1] halkına gönderilmiş bir peygamberdir. M.Ö. sekizinci asırlarda yaşadığı tahmin edilmektedir. Babası, Mettâ isminde sâlih bir insandı.
“Yûnus -aleyhisselâm- otuz yaşında peygamber oldu ve senelerce kavmini îmâna çağırdı.”
Ninova ahâlîsi, putlara ve heykellere tapıyorlardı. Çok zâlimdiler. Yûnus -aleyhisselâm- tevhîde dâvet etmeye başlayınca, kendisine sâdece iki kişi îmân etti.
Kavmini terk etti
Aramızda bu kadar kâhin, âlim ve sanatkârlarımız varken, sen tek başına ortaya çıkıyor, atalarımızın yolunun yanlış olduğunu söylüyorsun! Tanrılarımızı inkâr ediyorsun! Sen, kimsenin alışkın olmadığı hükümlerle ayağımızı mı bağlamak istiyorsun?!” dediler.
Ancak bu sözlerle de yetinmeyip Yûnus -aleyhisselâm-’a türlü ezâ ve cefâda bulundular. Hazret-i Yûnus ise, onların yaptıklarına tahammül ve sabır gösteriyor, kendilerini yine merhametle tevhîde dâvet ediyordu.
“–Bir kişinin hatırı için azap gelip herkesi mahvedecekse, müsâade et bu azap gelsin!” dediler.
Yûnus -aleyhisselâm-, kavminin küfürdeki bu inatçı hâllerine son derece üzüldü. Daha fazla dayanamayıp, izn-i ilâhîyi beklemeden aralarından ayrıldı.
Yolda iken Cenâb-ı Hak vahyetti:
“Ey Yûnus! Geri dön; kırk gün daha onları îmâna dâvet et!”
Bu emir üzerine Yûnus -aleyhisselâm-, tekrar kavminin yanına döndü. Allâh’ın emir ve azâbını haber verdi. Yine uslanmadılar. Va’dedilen günlerden otuz yedi gün geçtiğinde, kavmi hâlâ îmâna gelmemişti. Hazret-i Yûnus:
“O hâlde üç güne kadar başınıza gelecek olan azâbı bekleyin! Bunun alâmeti olarak da önce benizlerinizin sarardığını göreceksiniz!” dedi ve yine emr-i ilâhîyi bekleyemeden büyük bir üzüntü ile aralarından ayrıldı.
Ninovalılar Helak Olmaktan Kurtuldu
Derken Yûnus -aleyhisselâm-’ın haber verdiği gün gelip çatmıştı. Azâbın habercisi olarak da bütün Ninovalıların benizleri sararmış ve renkleri uçuklaşmıştı. O an herşeyi anladılar. Birbirlerine:
“−İşte Yûnus’un haber verdiği azap alâmeti! Biz O’nun bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diyerek gelen azaptan büyük bir korkuya kapıldılar.
“−Eğer Yûnus aramızda ise korkmayın! Şâyet gitmiş ise, azap bizi helâk edecektir!” dediler.
Son derece pişmân olmuşlardı. Yürekleri, yaptıkları yüzünden nedâmetle dolup taşıyordu. Çünkü azâb-ı ilâhî iyice yaklaşmıştı. Ne yapacaklarını bilemez bir hâlde büyük bir tevbe iştiyâkı içerisinde sâlih bir zâta koştular. O da:
“−Henüz azâbın gelmesine iki gün var. Şimdi şu yüksek tepeye (tevbe tepesine) çıkın! Birbirinizle helâlleşerek gasbettiğiniz hakları sâhiplerine iâde edin! Ardından Yûnus’un Rabbi için kurbanlar kesin ve bundan büyük-küçük, zengin-fakir herkes yesin! Sonra başlarınızı açarak:
«Ey Yûnus’un Rabbi! Biz tevbe ettik. Sana inandık. Yûnus’un peygamberliğini de kabûl ettik. Yûnus’u bulduğumuz an, O’ndan Sen’in emir ve yasaklarını öğrenip tatbîk edeceğiz!» diye yalvarın!..” dedi.
Ninovalılar gözyaşları içerisinde bütün bu söylenenleri yerine getirdiler. Allâh Teâlâ da “Rahmân” ism-i şerîfi ile onların tevbelerini kabûl etti ve azâb-ı ilâhî, üzerlerinden kaldırıldı. O gün Cuma olup âşûra günüydü. Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“Hiçbir şehir ahâlîsi yoktur ki, (yeis hâlinde) îmân etmiş olsun da, bu îmânı ona fayda versin! Ancak Yûnus kavmi müstesnâdır ki, bunlar îmân edince, kendilerinden dünyâ hayâtındaki rüsvâlık (perişanlık) azâbını uzaklaştırıp giderdik ve onları ecelleri gelinceye kadar (yaşatıp) faydalandırdık!” (Yûnus, 98)
Îmansızlıkları sebebiyle helâke dûçâr olup da tevbe ederek kurtulan tek kavim, Yûnus -aleyhisselâm-’ın kavmidir.
Gemide Yaşananlar
Yûnus -aleyhisselâm- şehirden ayrılınca Dicle Nehri’nin kenarına geldi. Bir gemiye bindi. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur:
“Hani O, dolu bir gemiye binip kaçmıştı.” (es-Sâffât, 140)
Gemi, hareket ettikten bir müddet sonra suyun ortasında durdu. Onu bir türlü yürütemediler. Batacakları endişesiyle durumu uğursuzluk sayarak gemide günahkâr birinin olduğunu düşündüler. Bunun kim olduğu husûsunda kur’a çektiler. Kur’a Hazret-i Yûnus’a çıktı. O da başına gelen bu işin bir imtihân olduğunu fark ederek tevekkülle:
“−Evet, o âsî kul benim!” dedi.
Ancak gemidekiler, onun hâlinden sâlih bir kimse olduğunu anlayarak kur’ayı birkaç defa yenilediler. Fakat hepsinde de netîce Yûnus -aleyhisselâm-’a çıktı. Nihâyet çâresiz bir şekilde: «Herhâlde bu kulun bir suçu olmalı!» diyerek Hazret-i Yûnus’u suların içine bıraktılar. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de (Yûnus) kaybedenlerden oldu.” (es-Sâffât, 141)
“…(O), Biz’im kendisini aslâ sıkıntıya uğratmayacağımızı zannetmişti…” (el-Enbiyâ, 87)
“Yûnus kendini kınayıp dururken O’nu bir balık yuttu.” (es-Sâffât, 142)
Balığın Karnında Edilen Tövbe
Artık Hazret-i Yûnus, bir balığın karnındaydı. Orası karanlık bir yerdi. Kendisi henüz canlı idi ve şuuru da yerindeydi. Cenâb-ı Hak balığa, Yûnus’u yaralamamasını ve onun kemiklerine zarar vermemesini emretti.
Yûnus -aleyhisselâm-, ilâhî takdîre rızâ göstererek Rabbine teslîm oldu. Âyet-i kerîmede bu hâl şöyle bildirilir:
“…(Ve) karanlıklar içinde (Yûnus, pek üzgün bir şekilde hâlini Rabbine şöylece arz etti): «Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!»” (el-Enbiyâ, 87)
Bu sırada balığın karnında bazı sesler işitti, bunun ne olduğunu merak etti. Allâh Teâlâ da, kendisine balığın karnında olduğunu vahyetti ve şöyle buyurdu:
“Ey Yûnus! Bu sesler, denizde zikreden canlıların sesidir.”
Hazret-i Yûnus, içinde bulunduğu bu zor ve sıkıntılı şartlar altında bile, her zaman olduğu gibi Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ve zikirden geri kalmamaya gayret etti. İstiğfâr ve duâ ile meşgûl oldu. Melekler onun durumuna muttalî olduklarında kendisi hakkında Allâh’a şefâatte bulundular. Nihâyet Cenâb-ı Hak, Hazret-i Yûnus’un da:
“Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!” diye çokça tesbîhi üzerine bu mübârek peygamberinin işlediği zelleyi affetti:
“Bunun üzerine O’nun duâsını kabûl ettik ve O’nu kederden kurtardık. İşte Biz, mü’minleri böyle kurtarırız.” (el-Enbiyâ, 88)
Bu affın yegâne sebebi, Yûnus -aleyhisselâm-’ın çokça tesbîhiydi:
“Eğer Allâh’ı tesbîh edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.” (es-Saffât, 143-144)
Yûnus -aleyhisselâm-, Rabbini zikretmesi, hatâsını idrâk etmesi ve tevekkülü sâyesinde kurtulmuştur. Bu hâli, kendisi için büyük bir rahmet ve nîmet vesîlesi olmuştur.
Balığın Karnından Kurtuluşu
Sonunda Hazret-i Yûnus’u içinde yüce bir emânet gibi taşıyan balık, Allâh’ın emri ile O’nu sâhile bıraktı. Cenâb-ı Hak buyurur:
“Hâlsiz bir vaziyette kendisini dışarıya çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.” (es-Sâffât, 145-146)
Balık onu çıkarıp sâhile bıraktığında, Yûnus -aleyhisselâm- zayıflamış, bitkin, hasta ve himâyeye muhtaçtı. Vücûdu, pelte hâlindeydi. Hava da oldukça sıcaktı. Allâh Teâlâ, onu güneşin yakıcı ziyâsından koruyacak geniş yapraklı bir bitki bitirdi. Onun gölgesinde sinek türünden bir haşerat da yoktu. Ayrıca Cenâb-ı Hak, bu bitkiden Hazret-i Yûnus’a süt damlattı.
Hazret-i Yûnus, kendisini toparlayınca, Ninova’ya yöneldi. Şehre yaklaştığında bir çobana rastladı. Kavminin hâlini sordu. Çoban olanı biteni anlattı. Kavminin îmân edip tevbekâr olduğunu ve böylece Allâh’ın kendilerini affettiğini bildirdi. Şimdi herkesin Yûnus -aleyhisselâm-’ın ilâhî emirleri bildirmek üzere gelmesini beklediğini söyledi.
Hazret-i Yûnus’un döndüğünü haber alan kavmi, hemen O’nun yanına geldiler. O esnâda Yûnus -aleyhisselâm- namaz kılmaktaydı. Namazdan sonra kendisini hasretle kucaklayıp özürler dilediler. Hazret-i Yûnus da, af ve müsâmaha ile davranarak onlara Allâh’ın emir ve yasaklarını öğretti. Bundan sonra kavmi, Allâh’a ve peygamberine itâat hâlinde, mes’ûd ve iyilik üzere bir hayat yaşadılar. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Sonunda O’na îmân ettiler. Bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” (es-Sâffât, 148)
Yorum Gönder